Bir varmış, bir yokmuş, küçük bir tavşan yaşarmış. Bu tavşanın adı Mırmırmış ve en büyük hayali, dünyayı keşfetmekmiş. Mırmır, baharın ilk günlerinde ormanın derinliklerine doğru macera dolu bir yolculuğa çıkmış. İlk olarak, güneşin sımsıkı ısıttığı büyük bir çalılıkta uyanmış ve etrafına bakmış. Ormanın arasında renkler gözüne çarpmış: kırmızı kirazlar, sarı papatyalar, mavi gökyüzü ve yeşil yapraklar… Her biri başka bir güzellikmiş.
Mırmır, ilk olarak büyük bir ağacın altında oturup düşünmüş. “Bu kadar güzel şeyler neden herkesle paylaşmasın ki?” diye sormuş kendi kendine. Hemen arkadaşlarını toplamış: Minik serçe, sevimli sincabık ve neşeli kelebek. Hep birlikte ormanın renklerini ve seslerini keşfetmişler.
Bir gün, çiçeklerin arasında rengarenk kelebekler uçarken, Mırmır merak etmiş. “Kelebekler nasıl uçuyor? Bu kadar hafif mi?” Kelebekler gülümsemiş ve demişler ki: “Biz, kanatlarımıza merhem sürüp uçuyoruz, ama sen de bizim kadar güzel olabilirsin, eğer rüyalarını renklerle doldurursan!”
Mırmır, çok mutlu olmuş. Artık odasında renkli kalemler ve boyalar almış. Günlerini rüyalarını resimlerle anlatmakla geçirmiş. Her akşam da arkadaşlarıyla paylaştığı resimlerle dolu hikayeler anlatmış.
Bir gün, ormanda büyük bir festival organize edilmiş. Mırmır ve arkadaşları, kendi yaptıkları resimlerle festivalde gösteri yapmışlar. Serçe şarkılar söylemiş, sincabık şarkı söylemiş ve kelebekler dans etmiş. Herkes çok mutlu olmuş ve bu güzel anları hiç unutmamışlar.
Mırmır, o gün anlamış ki, en güzel renkler gönülden gelen mutluluk ve dostlukmış. O andan sonra, her gün yeni renkler keşfetmiş ve arkadaşlarıyla birlikte maceralara atılmış. Her yaşta büyümüş, ama onun içindeki küçük tavşanın neşesi ve renkli hayalleri hiç solmamış.
İşte küçük bir tavşanın en güzel rüyası, sevgi ve arkadaşlıkla dolu renkli dünyasındaki maceralar böyleymiş. Ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar. Bu masal da burada bitmiş, ama onların maceraları devam edermiş…

